Aşırı Teknoloji Kullanımı – Neşe Uluşan – 1
by 0
>>> Neşe Uluşan ile yapılan röportajın birinci bölümü (1/2) <<<
>>> Neşe Uluşan ile yapılan röportajın ikinci bölümünü (2/2) buradan okuyabilirsiniz <<<
“Batıdan aldığımız özerklik kavramını bencillik olarak yorumlamış durumdayız. Ailenin önemini göz önünde tutmamız lazım. Z kuşağının çocuklarıysa daha bencil olacaklar.”
Klinik psikolog Neşe Uluşan’la aşırı teknoloji kullanımı ve etkileri üzerine yararlı bir söyleşi yaptık.
Aşırı teknoloji kullanımından bahsediyoruz. Aşırı kullanım için bir formül var mı? Mesela sosyal medyayı gün içinde üç saat ya da daha fazla kullanmak gibi?
Şu anda özellikle internet bağımlılığı üzerine çok fazla çalışma yapılıyor. Araştırmalarda iş için kullanılan internet aşırı kullanım kapsamında değil. Sosyal medyayı sürekli takip etmek, bilgi edinmenin haricinde girilen siteleri biz negatif algılıyoruz. Aşırı kullanım amaca, sıklığa ve süreye bağlıdır.
Örnekleyecek olursak; gün içinde sekiz saat bilgisayar başında çalışan bireyin eve geldiğinde yemek, ailesi ile birlikte olmak, dinlenmek, kişisel ihtiyaçlarını karşılamak için ortalama dört saati olduğunu varsayabiliriz. Bireyin dört saati varsa ve bir saati çok fazla bir süre.
Aşırı teknoloji kullanımının bireyin kendisine ve sosyal ilişkilerine etkisi nedir?
Birey kendini algılarken zayıf ve güçlü yönlerinin, ihtiyaçlarının farkında olması gerekir. Bireyin özerk ve özgün bir yapısının olduğunu bu şekilde anlayabiliriz. Hâlbuki aşırı teknoloji kullanan bireyin ‘kendi’ tanımını, diğerlerinin ona verdiği cevaplar ve geri bildirimler değiştirebilir. Bir taraftan da insanın ilişkisellik ihtiyacı var. Bireyin ilişkiselliğini bireyselliğiyle uygun bir şekilde dengeleyebilmesi gerekir.
Teknoloji bağımlılığının yol açtığı patolojiler nelerdir?
Birey sürekli sosyal medyada takipteyse ve zamanını haber alarak, kendi paylaşımlarına insanların nasıl tepki verdiğini gözleyerek geçiriyorsa bir süre sonra artık kendisi ile ilgili tanımlarında öz değerini, öz güvenini aşağı çekecek, hatta depresif hissedecek şekilde bir psikolojisinde düşüş gözlemlenebilir. Örneğin; bir mecrada arkadaşlarının an paylaşımlarından, nerelere gittiği, kimlerle birlikte olduğundan yola çıkarak kendinin ne kadar kabul gördüğünü ve sevildiğini yani değerini tanımlamaya başladığında birey depresif olabilir. Kliniğe gelen danışanlardan gözlemlediğim bir şeyden söz edebilirim. Birey web günlüğü yazıyor, günlüğünde paylaştığı yazılar, resimler, özel anlara kaç kişi yorum yapmış, beğenmiş, kaç takipçisi var gibi sayılarla aşırı ilgileniyor. Takıntı düzeyinde aldığı geri bildirimler üzerinden kendine yönelik bir algı oluşturuyor. Baktığımızda algının net ve sağlıklı olmadığını görüyoruz. Böylece bireyin morali bozuluyor ve kaygı bozukluğu yaşıyor. Bunlar hepimiz için bir sosyal pekiştireç oluyor ve devam ettiği sürece de insanın o sosyal medyaya bağlılığı devam ediyor. Her seferinde ne kadar ‘beğeni’ aldığını takip ederken sayısı arttıkça tekrar kontrol etme ihtiyacı da pekişmiş oluyor. Bazen bu takıntıya dönüşüyor. Örneğin; bireyin beden algısı değişebiliyor. Özellikle ergenlikte genç kızlarda bu çok yoğun olabiliyor. Küreselleşen dünyada çizilen ve dayatılan bir kadın görünüşü var. Bu rol modellerini gören gençler kendi bedeninden memnun olmuyorlar ve bu kendi beden algılarının bozulmasına yol açabiliyor. Saçı, gözü, burnu, vücudunun nasıl göründüğü, diğerlerinin nasıl göründüğü ile aşırı ilgileniyorlar. Dismorfik bozukluklar, yeme bozuklukları, anoreksiya, bulimia, nevroz gibi bir takım rahatsızlıklar çıkabiliyor.
Çok fazla haber bombardımanına da maruz kalıyor insanlar.
Evet. Bireyler alınan olumsuz haberlerden travmatize olabiliyor. Örneğin; hayvanlara yapılan işkence görüntüleri ya da bir intihar öncesi bırakılan mesaj gibi. O mesajı izleyen birçok danışanımla konuştuğumda etkilendiklerini ve intihar düşüncesinin akıllarına daha fazla geldiğini, depresif özelliklerinin bu videoyu izledikten sonra arttığını ifade ettiler. Bunu birçok meslektaşım da doğrulayacaktır. Tehdit algısı ne kadar abartılı yaşanırsa bireyin yaşayacağı kaygı bozukluğu da o kadar yükselir. Büyük şehirlerin getirdiği stresle iş, zihinsel ve fiziksel yorgunluğa ruhsal bunalımlar da eklenince birey daha çökkün, hayatından daha az keyif alan, ilişkileri bozulan ve daha tatminsiz bir halde yaşıyor ve bu normalleşiyor.
Bu durumda dengeli benlik konusu öne çıkıyor. Teknolojiden vazgeçemeyeceğimize göre teknolojiyi de dengeli bir şekilde kullanmamız ve kendi benliğimizle sanal dünyadaki personamızın aynı olmadığının farkında olmamız gerekiyor. Bu farkındalığı bireyler nasıl sağlayabilir?
Birey kendi benliğini tanımlarken iç dünyasının ne olduğunun farkında olarak kendini doğru tanımlayabilmeli ve dürüst olabilmelidir. Bireyin yaratmak yani olmak istediği benlik ideal benliktir. Bunun içerisinde hedefleri ve arzuları da vardır. Bireyin bulunduğu ve ulaşmak istediği noktalar arasında uyumsuzluk varsa bireyin kendine yönelik algısındaki bozulmalar da öz değeri algısına zarar verir. Bireyin ihtiyacı kendi özerkliğini yaşarken toplumla ve insanlarla ilişki kurmaktır. Bu ilişkide kendi özgün kişiliğini yaşatırsa problem yok ancak diğerlerinin onu nasıl aynaladığı üzerinden ilişkiyi devam ettirirse onların dediklerini önemseyerek davranışını ve düşüncesini şekillendirmeye başlarsa özerkliğinden kopmuş olur. Bu denge çok önemlidir. Birey belirli kalıplar içinde yaşıyorsa kendini sıkışmış hissedip ya da tamamıyla ilişkisellikten kopup diğerlerini hiç önemsemeyerek benmerkezci ve narsistik eğilimler gösterebilir. Uyum bozulur ve hem kendinden hem de toplumdan kopuk bir birey olarak sağlığını kaybeder.
Çok teşekkürler.
Benim için zevkti.
>>> Neşe Uluşan ile yapılan röportajın birinci bölüm sonu (1/2) <<<
>>> Neşe Uluşan ile yapılan röportajın ikinci bölümünü (2/2) buradan okuyabilirsiniz <<<
Klinik Psikolog Neşe Uluşan ile yaptığımız video röportajın birinci bölümünü aşağıdan izleyebilirsiniz.